Kadının toplumsal hayattaki yeri, yüzyıllar boyunca tartışma konusu olmuş ve hâlen de olmaya devam etmekte. Öyleki dünden bugüne kadın; kimi zaman geleneklerin etkisiyle, kimi zaman iş hayatından uzaklaştırılarak, kimi zaman da siyasetin gölgesinde bırakılmak istenmiş ve istenmektedir de. Oysaki kadın, yalnızca özel hayatın değil, kamusal alanın da esas öznesidir.Sadece seçme ve seçilme hakkı ile değil;eşit yurttaşlık, özgürlük ve toplumsal adalet arayışının da içinde her daim yer almalıdır.

Geçmiş döneme bakıldığında kadınların hak arayışlarının 1800’lü yıllarda başladığını görürüz. Öyleki o yıllarda başlayıp, Osmanlı’nın son döneminden Cumhuriyet’ekadar uzanan süreçte, cesur kadınların kurdukları dernekler, çıkardıkları gazeteler ve verdikleri mücadeleler önemli yer tutar.Bu yılları birçok öncü kadının, kadınların eğitimi ve haklarıyla ilgili yaptıkları konuşma ve yazdıkları yazılarla “bilinçlendirmeyılları” olarak adlandırabiliriz.
“Kadınların Dünyası” dergisinin kurucusu ve Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvân Cemiyeti’nin Başkanı Nuriye Ulviye Mevlan, Kadın romancılardan Fatma Aliye,Edebiyatçı ve Millî Mücadele’de aktif rol oynayan Halide Edip Adıvar, Öğretmen, şair, Şukufe Nihal Başarır, kadınların eğitim ve hakları ile ilgiliyaptıkları konuşma ve yazdıkları yazılarla öne çıkmışlardır. Türk Kadınlar Birliği’ni kuran Nezihe Muhiddinise kadınların birleşerek haklarına sahip çıkmalarında öncülük etmiştir.
1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kabul edilmesiyle de eğitim tek sistem altında toplanarak kadın ve erkeklere eğitimde eşit imkânlar sunuldu.Böylece kadınların kamu alanlarına dahil olmasıkolaylaştı. Kadınlar kamuda yer almaya başladılar. Kamunun yanı sıra mesleğinin önemi ve tatillerinin uzunluğu sebebiyle de öğretmenlik mesleği de öne çıktı.

İŞ HAYATINDA KADININ YERİ
Kadınların iş dünyasında yer alışları 19. yüzyılda Sanayi Devrimi ile birlikte köklü biçimde değişti.Daha önce evde, tarımda, kırsal alanda ve el sanatlarında çalışan kadınlar, ucuz iş gücüne ihtiyaç duyulmasıyla fabrikalarda çalışmaya başladı.
1936’da da İşKanunu ve kadının işçi olarak özlük haklarıtanındı. 1967yılında; eşit işe, eşit ücret kanunuile cinsiyete dayalı ayrımcılık ortadan kaldırıldı. 1990 yılında kadının çalışmasını kocanın iznine bağlayan kanun AnayasaMahkemesi’nce iptal edildi. Daha sonra kadın çalışanlara pozitif ayrımcılık tanınarak biyolojik cinsiyet rollerinin dezavantajları önlendi. Tüm bugelişmeler kadının işhayatında yer almasında önemli rol oynadı.
Bu pozitif gelişmelerin yanı sıra çeşitli sosyal ve ekonomik değişimler kadınların işpiyasasında farklı sektörlerde yer almalarının önünü açtı. Diğer yandan kültürel, biyolojik ve benzer nedenlerle kadınların çalışma hayatında dezavantajlıolmalarının önüne geçilmesi doğal olarakkadın girişimcilerin sayısını da artırdı. Hâl böyle olunca daekonomik ve toplumsal kalkınmada kadının vazgeçilmezliği ortaya çıktı.
Ancak verilen bu pozitif ayrımcılığa rağmen yıllarca geleneksel iş dünyasında çeşitli dışlanmalarla karşı karşıya kalan kadınlar, günümüzde daha fazla fırsata sahip olsalar da hâlâ önemli engellerle karşı karşıyalar. Hala birçok sektörde, yönetim kadrolarında ve siyasette kadınların temsili yeterli seviyede değil.
Oysaki kadın girişimcilerin sayısının artması iş dünyasının sınırlarını genişletirken, ekonomik büyümeye katkı sağlayıp, toplumsal cinsiyet eşitliği adına da önemli bir adım atılmasının önünü açar.
Bugün kadın girişimcilerin liderlik gösterdiği şirketlerin, genellikle daha insancıl ve toplumsal sorumluluk bilincin içerisinde oldukları görülmekte. Onlar topluma ve çevreye duyarlı iş modelleri oluştururken, sürdürülebilirlik gibi önemli konulardada örnek teşkil etmekte.
Bu olumlu gelişmeler yalnızca kadınların değil, toplum adına, ülke adına fayda sağlayacaktır.
Hizmet ve sanayi sektörlerinde kadın sayısının artması dileğiyle…
Nükent Can Kantarcı
.